OSMANLI VE DÜNYADA ZENAATTEN SANATA

1653 tarihinde Sultan IV. Mehmed zamanında Hind padişahı Şah Cihan'a (...) gönderilen çeşitli hediyeler arasında, o zaman için çok yüksek kıymet taşıyan doksan keselik, mükemmel döşemeli bir at takımı bulunduğu gibi, 1656'da da yine Hindistan hükümdarına sırma tellerle işlenmiş kumaşlarla kaplı, mücevher kakmalı eyer, yine murassa bir enselik, altın üzengi ve zincir ile incili aba gönderilmiştir.(...) 

 

Benim aklımın erdiği zamanlarda Saraçhane mamur değildi. Dükkanıarda kıymetli at takımlarına sair saraciyelere nadir rastlanırdı. Gerçekte kuzu tasmasına kadar her şey bulunur, sipariş verilince yapılır idiyse de esnaflığa bir tenbellik arız olmuştu. O zaman derlerdi ki '-Bizi Doksanüç Harbi (1877 Rus Savaşı) bitirdi!' 

 

Nasıl bitirdi bilmiyorum ama, acaba askeriye ne var ne yok topladı da biçare esnafın eline her zamanki gibi bir sergi (bono) verdi de sonra Maliye Nezareti düzenlenmemiş borçlar faslına mı geçirdi? (...) Kim bilir ne oldu? 

 

Şüphesiz ki askerliğin değişmesi de bu esnafı hırpalayacak buhranlardandır. Bu sanat, eşekçi semeri, araba kayışı, sürücü beygiri eyeri ile beslenecek sanat değildir. 

 

Bir vakitler burada bir Saraç Şahap namında, az paytak yürür biri vardı. Bize komşu otururdu. Koç merakına müptela idi. (...) 

 

Bugün hiçbir izi kalmamış olan eski Saraçhane arsası üzerinde bulunduğumu, oranın zihnimde kalmış olan eski hayalinin tesiriyle anlıyorum. 

 

Gözüm hala saçaklı, saçaksız, düz, işleme, alafranga, dünyanın her tarafında Osmanlı eyeri namını tanıtmış, yanlarına türlü türlü üzengiler, bilhassa kazan üzengiler asılı eyerler, matralar, kadife takımlar, dizginler, yularlar, başlıklar, araba kayışları, telatin meşin mum sofraları arıyor. 

 

Geçenlerde bir arkadaşım diyordu ki: -Eski meşin bir hurç gördüm. Hangi bir paşa imiş anlayamadım, fakat sadrazamlardan imiş, onunmuş. insan şaşar, elbise takımından kaç parça varsa, hepsini buruşturmaksızın, biçimlerini bozmaksızın alır; hatta mendil, çorap ve benzeri şeyler için, ayrı ayrı, münasip bölmeleri vardı. Bu hurç son derece sanatkârane yapılmış olduğu için saraçlığımızın nadir eserlerinden addedilerek büyük bir ihtimamla muhafaza edilmektedir. 

 

İşte ben (...) o süslü, mücevher nakışlı bir takım saraciye eserlerini hayal eder gibiyim. Vaktiyle muhafızıari, kahyası, çeşitli rütbedeki çavuşları, dellâlları ile muntazam bir sınıf halinde bulunan, resmi geçitlerde som sırmaya bürünmüş, büyük bir gurur içinde geçen saraçbaşıyı hayal ediyorum. 

(Ahmed Rasim, Ramazan Karşilamasi'ndan, s. 106-110) 

 

Ayakkabıcılık 

 

Türkler Anadolu'ya gelirken süvarilerinin ayaklarında "edik" dedikleri yarım konçlu çizmeler, sürü sahiplerinin ayağında ise çarık varmış. Divanü Lügati't, Tı1irk, ediği "etik / etük", kadın ayakkabısını da "büküm etük" olarak veriyor. İbn Mühen- na Lügatinde ise "etük" (Türkçe'de), "itik" (Kazakça'da), "edük" (Türkmence'de) söyleyişleri var. Ev içinde giyilen terlik anlamındaki "iç edik" in de zamanla "çedik" olduğu pekala ileri sürülebilir. 


Yazarın Diğer Yazıları