MÂRÛNÎLER

Kosti'nin Konağı

Araboğlu Kosti'nin konağını 19. yüzyıl sonlarında inşa ettiği düşünülmektedir. Lübnanlı Maruniler'in 1860'larda Dürzi ve Maruni çatışmasından kaçarak Fransızların himayesinde Konya'ya geldiği düşünülebilir. Kesin olmamakla birlikte Konya'ya yerleşen Maruni cemaatinin Lübnan'da Dürziler'le girdikleri çatışmalardan kaçarak gelmeleri muhtemeldir. Araboğlu Kosti'nin kendi adıyla anılan konağı Fransız'lara duyduğu minnet sonucu inşa ettiği ve bu binaya "Ogüsten Dolasu Mepsiyens” olarak adlandırarak 1892 yılında Fransız Katolik bir misyon biçtiği görülür. Konak bir süre Fransız okulu olarak hizmet verir. Uzun bir süre okul olarak hizmet veren bina sonradan Fransız Hastanesi olarak da çalışır. Hastanede kalan hastalar-dAN derlenen bilgilere göre Kos-ti'nin konağının hastane misyonu 1920-22'lere kadar sürer. Konağın bodrum katı morg olarak kullanılmıştır bu süre içinde. 1970'lere kadar ev olarak kullanılan bina sonradan Anavatan Partisi il binası haline gelir. Şimdilerde ise kafe olarak işletilmektedir.

Maruniler kimlerdi?

Maruniler Lübnan ve Suriye'de yaşayan, Katolik kilisesinin Doğu ayin usulüne bağlı Hıristiyanlar-dan bir gruptur. Roma papazlarından Jan Maron veya Suriyeli Keşiş Aziz Marun'a nisbetle Maruniler diye anılarf bu topluluğun tarihi

M.S 4. yüzyılın sonlarıyla 5. yüzyılın başlarına kadar gitmektedir. Beşinci yüzyılda Suriye'nin Orontes kıyısındaki Apamedia bölgesinde Aziz Marun'un kurduğu kiliseye bağlı olan aruniler diğer Hıristiyanlarla bir arada yaşıyorlardı.

Monofizitlerin bölünmesi üzerine diğer katoliklerden ayrılarak milliyet esasına göre kendi aralarında gruplaştılar. Aziz Marun'un ayin usulünü yaydılar. Sonra'dan Asi Nehri kıyılarında manastırlara yerleştiler. Bu manastırların sayıları gittikçe arttı. Apamedia'da bulunan Aziz Marun Manastırı bunların en önemlisi kabul edildi. Aziz Marun Manastırının başra-hibi bütün Suriye'de nüfuz sahibi oldu. Bu manastırdaki keşişler Kadıköy (Khalkendon) Konsilince belirlenen prensiplere bağlılıkları sebebiyle sayıca çok olan Yakubile-rin ağır saldırılarına uğradılar. Kadıköy Konsilince belirlenen prensiplere bağlı kalan, fakat Bizans usullerini benimsemeyi reddeden Hıristiyanlar Aziz Marun Manastırı başrahibini ruhani reisleri olarak görmeye başladılar. Sekizinci yüzyılın ilk yarısında bağımsız bir patriklik kurdular. Müslüman Araplar Suriye'yi fethedince, zengin Suriye ovalarından ayrılarak Lübnan taraflarına yerleştiler. Haçlı seferleri sırasında, Haçlıları sevinçle karşıladılar. Bu sırada Lübnan Dağlarında, Kıbrıs'ta ve Antakya bölgelerinde toplandılar.

Mârûnîler, konsil kararlarını kabul etmeyen birçok kiliseye ve manastıra karşı mücadele başlatmışlardır. Bu mücadele, yerel kiliselerden Ya'k?bîler'le aralarının açılmasına ve çeşitli olayların meydana gelmesine sebep olmuştur. 517 yılında Papa Hormisdas'a gönderilen bir mektupta, Suriye'de Mârûnî keşişlerle birlikte diğer manastırlara ait 350 keşişin bu mücadeleler esnasında monofizitler tarafından katledildiği belirtilmektedir. Nitekim bu olay her yıl 31 Temmuz'da Mârûnîler'ce anılmaktadır.

Bizans İmparatoru Herakleios, ülkenin doğusunu tek bir çatı altında toplamak amacıyla İstanbul Piskoposu Sergius'tan Îsâ'nın tabiatıyla ilgili bu akîde problemini giderecek ve monofizit Doğu kiliselerini de ikna edebilecek bir yol bulmasını istemiş, o da insanlık ve ilâhlık unsurlarını eş oranda bulunduran Îsâ'da tek iradenin varlığını kabul eden monotelist anlayışı geliştirmiştir. Ancak Herakleios'un siyasî amaçlı bu girişimi Doğu kiliseleri ve özellikle Ya'k?bîler tarafından şiddetle reddedilirken diğer Doğu kiliselerinden farklı olarak Mârûnîler'in Kadıköy Konsili'ni kabul etmeleri onları Bizans imparatoru ile birlikte hareket etmeye sevketmiş, bu birliktelikten yola çıkarak bazı kilise tarihçileri Mârûnîler'in de monotelist olduklarını ileri sürmüşlerdir. Mârûnîler'in Bizans'la bu doktriner bağlılıkları, IX. yüzyıla ait bazı metinlerde onların Mârûnî Melkitler olarak adlandırılmasına sebep olmuştur.

Bölge kiliseleri arasında yalnız kalan Mârûnîler daha güvenli buldukları Lübnan dağlarına göç etmişlerdir. Sonradan bölgeye hâkim olan Emevîler, Abbâsîler, Memlükler ve Osmanlılar döneminde de Lübnan dağlarının sarp kayalıkları onlar için kilise ve manastırlarını inşa ettikleri dış etkilerden soyutlanmış sığınak yerleri olmuştur.

Kadıköy Konsili'nin diyofizit anlayışını benimseyerek monofizitliğe karşı çıkan Mârûnîler'in bu tavrı Roma Katolik kilisesi tarafından Haçlı seferlerine kadar hiç dikkate alınmamıştır. Bölgeye gelen Haçlılar'ı coşkuyla karşılayan Mârûnîler onlara rehberlik edip yardımcı olmak suretiyle güvenlerini kazanmışlar ve kendilerine Katolik kilisesiyle irtibata geçmenin yolunu açmışlardır. Haçlı Franklar'la gerçekleştirdikleri bu dostane temaslar kiliselerinin Katolik dünyasıyla giderek yakınlaşmasını sağlamıştır.


Yazarın Diğer Yazıları