ESKİMİŞ VE ESKİMEYE BAŞLAMIŞ MESLEKLER
Yelkenciler Galata'da ve İstanbul tarafında bu iş yerlerinin bulunduğu bunlar ve büyük dükkanlar Kastamonu keten ipliğinden dokunun bezlerle, büyük kalyon ve kadırga yelkenleri yaparlardı. Yelkencilik göründüğü gibi basit bir iş değildir. Geminin büyüklüğüne küçüklüğüne ve biçimine göre ve ölçü talimatnamesinin tespit ettiği ölçülere göre yapılır. Rüzgarı arkadan alacak şekilde olan yelkenler, rüzgarı yandan alan yelkenler ve rüzgarı değişik yönlerden alan yelkenler. Yelkenlerin rüzgarı alış yönüne göre de adları vardır. Rüzgarı tam arkadan alırsa "Pop" yandan alırsa "Apaz" denilmektedir. Ön yelkene "Flok" arka yelkene de "Randa" adı verilmiştir. Zenneciler Genellikle kadın eşyası satanlar. Yatak takımları, sırmalı döşemeler, yastıklar, halılar, şaliar, pahalı Hint kumaşları, lahur, kişmir şaliarı, inci ve altın tellerle dokunmuş gelin elbiseleri, vezir hil'atları ve şehzade biniş ve hırkaları, her dükkanın önünde uzun sırıklar üzerinde kat kat sergilenirdi. Bugün bu işkolu da özbenliğini yitirmiş ve esnaf başka çeşit mallar da satmaya başlamıştır ki zaten bu işleri yapacak eski ustalar da kalmamıştır.
OSMANLI VE DÜNYADA ZENAATTEN SANATA İnsanoğlunun elinde bir biçime girerek "ilk hüner yapıtları" olma niteliğini kazanan nesneler herhalde toprak çamurundan yapılmış, güneşte kurutulmuştu. O evreden, kimi toprak türlerinin çamur yapılıp pişirilerek veya dövülüp eritilerek sonsuz güzelliklere, ham maddesi doğanın taşı toprağı olan sanat zenginliklerine ulaşılması tahmin edilemeyecek kadar uzun bir süreçtir. Ama kesin oran o ki zenaat -sanat tutkularına yanıt veren ilk hammaddeler, "ateş toprağı", "killi toprak", "özlü toprak" (çömlekçi toprağı), "kum ve silis" gibi maddelerle renk ve desen elde etmede kullanılan ve doğal olarak bulunabilen madensel oksitler olagelmiştir. Toprak türevlerine dayalı eski zenaat ve sanat serüvenlerine katkısı olmayan bir ulustan ya da toplumdan elbette ki söz edilemez. Altı yüzyıllık siyasal yaşamına koşut olarak uygarlık evreninde de uzun bir zaman diliminde azımsanmayacak izler bırakan Osmanlılığın toprak sanatlarına özgün katkıları neler olmuştur? Bu soruya verilecek yanıt, Osmanlılık açısından fevkalade kıvanç vericidir. Diğerleri bir yana bırakılsa da İznik çinilerine, Kütahya seramiklerine, Beykoz çeşmibülbüllerine hayatiyet veren imparatorluk gücünü takdir etmemek haksızlıktır. Osmanlı zenaat ve sanatları arasında önemli bir yeri olan toprak sanatları, başlıca çini, keramik, çömlekçilik ve cam işlerini kapsamaktadır. Çini, keramik, çömlek Türklerin Ortaasya'dan beri ulusal sanatları arasında yer alan ve binlerce yıllık bir mazisi olan keramik işleri, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında,bu sanatın Anadolu'ya özgü malzeme ve teknikleriyle daha da gelişmiştir. Anadolu Türkçesinde ve Osmanlı kaynaklarında sırlı keramiklere daha çok "sırça"; fayans ve sırlı karolara "kaşi" (Asya'daki çinicilik merkezlerinden Kâş kentine atfen) veya "çini" (Çin işi), porselene ise fağfur/fağfuri" (Çin imparatorlarının unvanı) denildiği saptanıyor. Türk çini-keramik ustalarına da önceleri kâşi-ger, daha sonraları çinici, sırçacı denildiği gibi, Osmanlıların ilk dönemlerinde daha çok kaşi olarak bilinen çinicilik ürünleri, sonraki dönemlerde Çiniden ve Japonya'dan ithal edilen benzerlerine nispetle giderek çini adını almıştır. İstanbul'daki en eski Osmanlı kasrının, yapıldığı dönemdeki adı da Sırça Saray, Sırçalı Köşk iken zamanla Çinili Köşk adı yerleşmiştir. Çinileriyle ünlü yapılara Çinili Hamam, Çinili Medrese vb adlar verilirken eserlere de üretim merkezlerine göre İznik çinisi, Kütahya çinisi, Çanakkale çömleği adları verilmiştir.
Yazarın Diğer Yazıları