ORTA-DOĞU’DA KARTLAR YENİDEN DAĞITILIYOR.
Honda Civic Yenilendi
ŞİİR MEKTEBİ
ARAP EDEBİYATÇILARININ TÜRKİYE VE TÜRKLERE BAKIŞI 2
MERHAMET ETMEYEN KİMSEYE MERHAMET OLUNMAZ
YÜZYILIN SOYKIRIMI SONRASI BARIŞ
Kutup Yıldızı
Yıldız mı, Ay mı, Kara Delik misiniz?
Değerli Galibiyet
Ruhun şad olsun ağabey
Konya için tehlike çanları çalıyor
Eğitim de denetim de şart
FACİALAR KADER DEĞİL
Futbol hatalar oyunu derken bunu kastetmemiştik
AVRUPA’NIN KARANLIK TARİHİ
ALMANYA’DA TÜRK OLMAK -3-
TRAFİK SİGORTASINA YETKİ BELGESİ ESNAF ÇÖZÜMÜ
DOĞAL ŞİFA KAYNAĞI: YEŞİL ÇAY
SULTAN VAHDETTİN’İN MEZARI TÜRKİYE’YE GETİRİLSİN
Bundan iki yüz sonrası yaşansa tarih kitapları acaba bugün için neler derlerdi?
Sosyologlar, felsefeciler, kültür araştırmacıları hangi başlıkları atacaklardı tartışmalara…
Ben bir tanesini tahmin edebiliyorum Superego ve ego çorbası. Hem de soğuk!...
Abdullah Ensar'ın sevdiğim bir sözü var: "Kişinin lafı işinden fazlaysa ahmaktır.”
Ne çok pay çıkartır insan bu sözden kendisine. Tefekkür ile…
Çalışma yok, çaba yok ama herkes her şeyin uzmanı! Kocaman laflarla ülkeler kuruluyor, kıtalar keşfediliyor. Görülmemiş yerler anlatılıyor, yazılmamış besteler çalıyor kulaklarda.
Gönle dokunmayan cümleler, öğüt veren ama derde merhem olmayan kelimeler…
Ne çok şey yazıyor insanlar ne çok konuşuyor. İcraat belirsiz...
Yoo yo belirsiz değil. İcraatsız!
Her şey karmakarışık oldu.
Meşhur Pamuk Prenses masalındaki kandırıkçı cadı misali herkes.
Burnu uzayan Pinokyolar. Kırmızı başlıklı kızı yutan doyumsuz kurtlar.
Yıkımlar, yıkıntılar içerisinde bir kalp, büyüleyici lakırdılar fısıldıyor.
Nasihat veren herkes ibretli sözler konuşuyor.
Oysa geçmişte öyle miymiş?
"Ulema” denen sınıfla, belirli seçkin bir sınıfın hitaplarına itibar edilirmiş.
Öyle her önüne gelen ilgisi olmayan işlere muhatap olmazmış. Geçmiş şöyleydi böyleydi demek istemiyorum aslında ama; Ne güzelmiş be geçmiş...
Bir edep ölçüsünde, söze büyük bir saygı, söyleyene sonsuz hürmet varmış.
Sanırım geçmiş... Geçmiş ve gitmiş!
Hakikatten uzak ufuklardan önemsiz gibi görünüyor her şey...
Oysa belli ölçüleri olmalı konuşmanın. Her kafadan kendince bin hikmet çıkıyor.
Gençler hikmet sağanağının içinde kayboluyor.
Sonra tufanlar, sular seller alıyor asıl marifeti.
Diller acımasızca, sorumsuzca konuşuyor. Konu hakkında dersler veriyorlar.
Malumunuz, Hoca Nasrettin hekime gidince sorusu şu: "sen hiç bu hastalığa tutuldun mu?” Tüm tıp literatürünü bilmek ve pratiği elbette önemli.
Ama hastalık çekmeyen ne kadar, nereye kadar hikmet verecek?
Diller bülbül misali şakıyor, peki ya gönüller?
Gönüller ne alemde usta...
İşte bu çetrefilli ve uzun konunun sonu "Çok bilen çok yanılır” lafına kadar varıyor.
En iyisi şu sözlerle bitireyim bitmeyen meseleyi;
Muhakkak dil ifade eder, edecek te ama kalbimizle de duyabiliriz be... Duymalıyız!
Hiç yoktan denemeliyiz, ne kaybederiz hem kazancı da ekleyeceğiz ömrümüze.
Deneyelim ölmeden konuşmayı, ama çabaladığımızı, bildiğimizi konuşalım.
Haddimizi aşmadan paylaşalım…
Öğretelim tüm yüreklere…
Suskun kalmasın diller!
FACİALAR KADER DEĞİL
ÂRİF OL, ZARİF KAL
Kazandım Sananlar
HATIRAN YETER
2024’ün Kelimesi: Kalabalık Yalnızlık
Yeni Bir Yıla
Nasrettin Hoca’nın İzinde:AKŞEHİR
Gerçek Olan Kazanır
Sınırları Zorlarken 2025 Mesajı
Beyşehir Gölü’nde Suyun ve Emeğin İzinde