Şöhretin sancıları

 

Şöhret, şatafat, aşırı zenginlik ve zenginliğin getirdiği debdebeli bir hayat...

Belirli bir hayat tarzın yok, rutinin yok…

Ayrılıklar, küslükler, sitemkâr bir yaşam tarzı.

Sağa sola serpilmiş çocuklar, savrulmuş hayatlar...

Her şeyiniz var fakat huzurunuz yok.

Evladınıza sarılamıyorsunuz meselâ, aile olamıyorsunuz.

Bırakın sarılmayı, çocuklarınızı göremiyorsunuz bile.

Çocuklarınız birbirini tanımıyor tanıyanlar da birbirine rakip olarak büyüyor.

Sizin dişinizle tırnağınızla gecenizi gündüzünüze katarak biriktirdiğiniz mallara üşüşmek için sizin ölmenizi bekleyen ve size sadece kan bağı ile bağlı olan resmî çocuklarınız bunlar.

Yüz binlerce insanın dinlemeye geldiği konserlerde herkes eğleniyor, siz onların eğlendiği şarkıları ağlayarak söylüyorsunuz.

Konser bitiminde parayla tuttuğunuz "dostlarınız” gözyaşlarınızı siliyor!

Eviniz olduğunuz halde evinize değil otel odalarına gitmeyi tercih ediyorsunuz. Eve gitseniz büyük bir kırılma yaşayacaksınız.

Yüz binler sizin için yeri göğü inletirken evde yüzünüze bakılmayacağını biliyorsunuz.

Ders anlatırken, konferans verirken birçok kişinin sizi hayranlıkla dinleyip eve dönünce evdekilerin sizi umursamıyor oluşu gibi...

Yapıp ettiklerinizle birçok kişinin hayır duasını aldığınız halde kendi seçtiğiniz insanların suratsız hallerine maruz kaldığınız gibi.

Biriktirdiğiniz parayla aklınıza ne geliyorsa hepsini alma kapasiteniz varken kendi öz evladınıza sarılamama garabeti...

Hep veren el konumunda olmak, sürekli sizden bir şeyler bekleniyor olması…

Ne yana dönerseniz dönün iğneli fıçı içinde yaşıyor gibi sürekli bir yerleriniz kanıyor.

Sizin beklediğiniz tek şey vefa ve sahte olmayan samimiyet…

Doluya koysanız almıyor, boşa koysanız dolmuyor.

Herkes bir yerlerinizden çekiştiriyor yırtarak, canlı hayvanın etini lime lime eden sırtlanlar gibi.

Dışarıda müthiş bir âlem, herkes seni ayakta alkışlıyor, içeri dönünce tuhaf bir cehennem, herkes sana meta gözüyle bakıyor.

İlginç ve netameli ilişkiler…

Dağdan kopmuşsun bir kere, yuvarlanırken hangi ağaca, hangi kayaya vuracağın, nerede duracağın hakkında hiçbir fikrin yok.

Bazen o kadar iyisin ki; ”Kötü bir kalbin içinde ne işim var?” deyip ya münzevi bir hayat seçmişsin ya da daldan dala konmaya başlamışsın.

Sanatçı hayatı bu işte!

Dünyalar senin ama kendine ait bir dünyan yok.

İçinde mahşer atlıları, atların sırtında gözü dönmüş insanlar senin üzerinde at koşturuyor.

Kimi sözlerin zehirden bir ok ama kimseyi öldürmüyor. Herkes kendi dünyasında senden ne koparacak ona bakıyor.

Ölüyorsun mezarında rahat yok.

Tüm bunlar olup biterken gençler hala şöhret olma arzusuyla büyüyor; ebeveynler de çocuklarının şöhret olması için yanıp tutuşuyorlar.

Bu gerçekler herkes tarafından bilindiği halde;

Yarını düşünen yok varsa yoksa carpe diem.

Anı yaşama kardeşim, anı hayvanlar yaşar, diyemiyorsun, desen bile dinleyen kim?

 

 


Yazarın Diğer Yazıları