90’lı yılların sonu, 2000’li yılların başı. Bu yazının sahibi liseyi bitirmiş, bıyıklarını yeni terletip üniversiteye kaydını henüz yaptırmıştı. Ortalıkta bir efsane dolaşıyor. Kendisi yok, adı ve kitapları her yerde dolaşan bir efsane. Dini cemaatler arasında hayli teveccüh bulan bir yazar. Bu fakir de hemen hemen bütün kitaplarını okumuş, ona hayranlık beslemekte ancak herkes gibi kim olduğunu da bilmemekte. Manevi ve efsanevi şahsına hayranlık duymakta. Ta ki televizyon kurup kimliğini ve kişiliğini ifşa edinceye dek.
Bir televizyon kuruldu… Akşamları programlar yapılmaya başlandı. Yarı çıplak kadınlarla “aşkımlı, canımlı, bi’tanemli” her yerinden vıcık vıcık riyanın aktığı sohbetler... İlkokul çocuğunun ancak yapabileceği espri adını verdiği hezeyanlarla komik olduğunu sanmalar, boylu poslu erkeklerle aynı vücut ölçülerindeki civciv sarısı kızların doldurulduğu stüdyoda (hoca sarışın, dekolteli, silikondan patlamak üzere yağlı boyalı dudaklı kızlardan hoşlanıyor sanırım.) mezdeke, roman, samba dansları ve kendine özgü adı konmamış ne idüğü belirsiz dans namındaki hareketlerle geçirilen saatler, günler, ömürler… İslami camianın ağzı açık kalmıştı. Yıllardır okunan, okutulan, bir efsane gibi adı dost meclislerinde geçen kişi bu olamazdı. Ama en sonunda herkes inanmak zorunda kalmıştı. O kişi karşılarında göğüslerini ve bacaklarını gere gere (özgüvenden olsa gerek) oturan kızlarla gayet rahat bir şekilde sohbetler ediyor, iltifattan yer gök inliyordu. Hatta neden bu haldesiniz dendiğinde “İnsan evinde istediği gibi dolaşabilir” diye akıllara zarar da bir açıklama(!) yapıyordu. Ama soruyu soran da “Kim televizyon kurup evini bütün Türkiye’ye gösteriyor; stüdyo sizin eviniz, bu kızlar da sizin eşiniz yahut kızlarınız mı?” demiyordu. Hatta stüdyodaki göz kamaştıran sarışınlık hususu için neden hepiniz sarı saçlısınız dendiğinde civcivlerden biri “Peygamberimiz de sarı saçı severdi.” diye bir açıklama yapıyor. Efendimiz zamanında saçlar sarıya boyanabiliyor muydu, yoksa tarihte sarı saçlı bir Arap’ın olduğu vaki miydi? Ayrıca cemaatten ayrılanların anlattıkları yenilir yutulur cinsten değil. Sapkınlıklarla dolu evler, odalar…
Yani hâsılı neresinden tutsanız elinizde kalacak bir efsane. İnsan bazen efsanelerin ortaya çıkmaması gerektiğini düşünüyor. Ortaya çıkınca bu muydu dedirttiriyor çoğu zaman çünkü. Allah kimseyi düşürmesin. Ama en yüksektekini hiç düşürmesin. Zira kişi ne kadar yüksekten düşerse aldığı ve verdiği zararı o kadar fazla oluyor. Bir gün büyük imam Ebu Hanife yolda giderken bir çocuğun düştüğünü görmüş ve ona demiş ki “Aman çocuk dikkat et!” Çocuk Büyük İmam’a şu karşılığı vermiş: “Ey İmam asıl sen kendine dikkat et. Çünkü ben düşersem sadece kendime zarar veririm. Sen düşersen bütün ümmet düşer.” O günden sonra Ebu Hanife’nin fetva verirken daha fazla düşünüp karar verdiği söylenir. Yazarların, şairlerin, siyasetçilerin, din adamlarının kâline ve hâline dikkat etmesi lazım gelir. Çünkü insanlar onları takip ederler. Masonluğa savaş açıp canlı yayında mason olmak, Yahudiliği ve zararlarını/zararlılığını anlatıp da sonra adamlarının Netenyahu ile fotoğraf çektirmesi, dini anlatıp da yarı çıplak kadınlarla birlikte sohbet etmek, dans etmek açıklaması mümkün olmayan dalaletlerdir. Ancak sanırım bütün bu anlattıklarımızın bir açıklaması vardır hocamız katında. Belki de cehaletimiz biz sebebiyle anlamıyoruzdur. Selam ve dua ile…