CORCÎ ZEYDÂNIN ROMANLARINDA TARİHSEL ÇARPITMALAR

 

Osmanlı Devleti döneminde Osmanlı toprakları içerisinde yer alan Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta 1861 yılında dünyaya gelen Corci Zeydan, ailesinin zor şartlarına rağmen Fransızca ve İngilizcenin yanı sıra Süryanice ve İbraniceyi öğrenmiş, edebiyata ve tarih alanında kendisini yetiştirmiştir. Yirmi dört yaşına geldiğinde ise Doğu Bilimler Akademisi üyeliğine seçilir.1886 yılında kısa süreli İngiltere seyahatinde, Beyrut'ta Amerikan misyonerlerinden aldığı Batı kültürü ve metodunun yanı sıra Avrupa oryantalizmini yakından tanıma fırsatını bulur. Jön Türkler'i destekleyen siyasî tavrı sebebiyle Osmanlı topraklarına ancak Meşrutiyet'ten sonra girebilen Corcî Zeydân, 1914'te Kahire'de vefat eder.

Corcî Zeydân, hemen hemen her sahada, özellikle tarih ve tarih felsefesi, dil ve edebiyat, felsefe, siyer, biyografi, tarihî roman ve gazetecilik konularında önemli eserler vermiştir. Ancak esas şöhretini yazdığı tarihî romanlarla elde etmiştir.

Hristiyan asıllı olması itibariyle eserlerinde daha çok Hristiyanların hayatlarını konu edineceği düşünülen yazar, aksine çoğunlukla İslami konuları içeren eserler kaleme almıştır. Batı metoduna uygun eserler veren Zeydan'ın yazılarında şarkiyatçıların bakış açılarının tesirleri açık bir şekilde görülür. Kültürel bir uyanış sağlamak için Batı kültürünü Araplar'a aktarmayı amaçlamış, İslâm ve Arap tarihini şarkiyatçıların bakış açısıyla inceleyip tahlil etmeye çalışmıştır. İlk İslâm tarihçilerinin olayları sadece nakletmekle yetinip bunların altında yatan sebepleri araştırmadıklarını belirterek onları tenkit eden Zeydân'a göre "Bir milletin gerçek tarihi, savaş ve fetihler tarihi değil; kültür ve medeniyet tarihidir.” Onun gayesi, geleneksel tarih kitaplarını gözden düşürmek, İslâm tarihini incelerken dini ikinci plana iterek bilim ve uygarlığı öne çıkarmak olmuştur. Bu bakımdan İslâm kaynaklarını yetersiz bulmasına karşılık İslâm tarihçilerinin itibar etmedikleri İsrâiliyat'ı güvenilir bir kaynak saymıştır. Bu yaklaşımını Arap halkına aktarmak için eğitici romanlar da yazan Zeydân'ın din faktörünü dikkate almaması sebebiyle İslâm tarihini yanlış değerlendirdiği görülür. Ona göre din, sosyal uyumu sağlayan faktörlerden sadece biridir. Bu yüzden İslâm'ın uygarlık tarihine dair eserinde bile dinî tarihle değil dinî dayanışma ile ve Araplar'ın elde ettikleri kültürel ve ilmî başarıyla ilgilenmiştir. İslâm uygarlığının İran ve Bizans'tan alındığına dair görüşlere karşı çıkmakla birlikte şarkiyatçıların yaptığı gibi o da İslâm'ın temelinde Yahudi ve Hristiyan kültürünü aramıştır.

Bir Hristiyan olarak modern toplumda ve tarihin yorumunda belirleyici faktörün bilim olması gerektiğini savunan Zeydân, Araplar arasında millî şuur ve kimlik için dine değil ortak tarih, dil ve kültüre önem verdi. Ona göre Arap kimliğinin en büyük dayanağı Arapçadır. Nitekim Araplar fethettikleri yerlere Arapçayı götürmüşlerdir. Zeydân, Suriye-Mısır merkezli bir milliyetçilik üzerinde durur. Kur'an'a da Arap dilini korumaya olan katkısı sebebiyle önem veren Zeydân'ın amacı, Arapça ile birlikte İslâm kültürünün yükselmesi değildir. Asıl ulaşmak istediği Batı uygarlığı olup ona göre bu uygarlığa geçiş, Arap kimliğine de zarar vermez. Böylece dine dayalı olmayan bir panarabizmin temelini atmış; fakat bunu siyasî bir programa dönüştürmemiştir. Osmanlı hâkimiyetinden yana olan Zeydân, Meşrutiyet'i, İttihat ve Terakkî'yi desteklemiş, 1908'den sonra bu desteğini daha da arttırmıştır. Corcî Zeydân, Osmanlı Devleti'nin yıkılması halinde Avrupa etkisinin artacağından endişe ediyor, Meşrutiyet'in Batılıların siyasî emellerine engel olacağını düşünüyordu. Osmanlıların Türkleştirme politikalarının olmadığını, Araplar'ın kendi kültürlerini serbestçe yaşattıklarını belirten Zeydân, Arapların Osmanlı Devleti'nde daha fazla siyasî hak talep etmelerine de karşı çıkmıştır.

Birçok tarihi romanı Türkçe ye tercüme edilen Zeydan, genelde olumlu yaklaşımlar sergilemesine rağmen, kimi zaman İslam tarihinde vuku bulan bazı olayları kendince yaklaşımlarla değerlendirmiş, zaman zaman abartılarda bulunmuş, bazen de tarihi gerçeklerden uzaklaşmıştır. Arapçada güzel bir söz vardır: "es-Semm fi'd-Desem” yani "Zehir Yağlı Yemektedir. / Zehir Altın Kapta sunulur.” Zeydan bu sözde belirtildiği gibi Arap milliyetçiliğinin arkasına sığınarak, çok ince bir üslupla okuyucunun ilgisini çekmek üzere çoğunlukla bir aşk hikâyesi içerisinde tarihi bilgilerde tahrifatlar yapmıştır.

Tarih Temeddun İslâmî adlı eserinde, İskenderiye Kütüphanesinin yakılmasında Ömer b. el-Hattab'ı sorumlu tutuyor. el-Mansur'un Ka'be'ye karşılık Kubbe-i Hadra-yı inşa ettirdiğini, el-Memun'un Kuranın nüzulünü inkar ettiğini, el-Mutasım billah'ın Samarra'da etrafında tavaf edilebilen bir Kabe inşa ettirdiğini ayrıca Mina ve Arafat'ı yaptırdığını ifade eder.

Zeydan, tarihî romanlarında yer verdiği İslam kahramanlarını yanlış aktarmıştır. Fetatu Gassan adlı romanda, Peygamberimiz ve arkadaşlarını zalim, kan dökücü, yağmacı olarak nitelemiştir.

Azrau Kureyş, 17 Ramazan, Gadetu Kerbela, Ebu Muslim el-Horasani, el-Abbase Uhtu'r-Reşid, el-Emin ve'l-Me'mûn, Arus Fergana ve Fetatu'l-Kayrevan adlı eserlerde asırlardır İslam dünyasının yumuşak karnı olan Sünnî – Şiî gerginliğini daha alevlendirecek bir üslup takınmıştır. Hz. Ayşe'yi kan dökmeye hevesli bir insan olarak gösterdiği gibi, Hz. Ali'nin Hz. Osman'ın katillerinin bulunmasında gevşek davrandığını iddia etmiştir.


Yazarın Diğer Yazıları